Tekrardan haaaayyyy gaayyyssssss
Bu yazıyı, tek kulaklığımdan gelen klasik müzik tınıları ve diğer boş kulağımda evin tüm gürültüsü varken yazıyorum. Şu anda da bunun ne kadar kötü bir fikir olduğuna karar verip diğer kulaklığımı da kulağıma takıyorum. Vaoov taktım. Artık tamamen kendimle baş başayım. Bu kalabalık evde kendi kendime kalmak aslında bir çift kulaklığa bakıyor. Bir de tabii klasik müziğin büyüsüne…
Bir şeye odaklanmak ve tamamen dış dünya ile bağımı koparmak istediğimde klasik müzik her zaman ilk tercihim olur. Kitap okurken, çalışırken, düşünürken… Bir de mum yakmayı çok severim. Ama ne yazık ki evdeki tüm mumları bitirdim. Bu yazı maalesef mum ışığında değil, bildiğiniz bir avize ışığı altında, klavyesi bok gibi olan, boşluk tuşu bile adam akıllı çalışmayan bir bilgisayardan yazılıyor. Daktilo ile yazsam daha az eziyet çekerdim emin olun.
Bir evin içinde, birden fazla beyin ve düşünce… Tuhaf aslında değil mi? Yani ailesiyle yaşayan insanları varsayarsak herkes aynı genden ama farklı bakış açısı ve fikirlerle… Ya da niye tuhaf olsun ki? Ama bir o kadar da tuhaf aslında. Tuhaf değil de zor galiba. Ev aslında senin ama senin olduğu kadar kardeşinin, annenin… Herkesin düzeni farklı, tarzı, keyfi farklı. Bu aşamada işin içine anne giriyor tabii. Aile evi her ne kadar senin evin gibi gözükse de aslında değil. Düzen senin değil en başta. Annenin kurduğu düzeni devam ettirmekle mükellefsin ne yazık ki burada. Bence çoğu insan sırf bunun için bile ayrı eve çıkma kararı alıyor olabilir.
Bir de ailenle geçirdiğin, psikologların merakla dinlediği ve genelde teşhisi o zamanlara bağlı olarak koyduğu çocukluk dönemi var. Çocukluk dönemi, felçli yatalak bir hastadan farksız bir dönem bence. Her şeyin ebeveynlerine bağlı. Onlar götürürse gidersin, götürmezse gitmezsin. Ay bu yazı benim içimi sıktı ya. Manasız saçma sapan bir şey oldu bu. Yazmayacağım ben bunu. Hadi hoçcağalın.